21 Eylül 2013 Cumartesi

TSM'nin Broadway üzerindeki etkileri




Mecazi korkuluklar ve her ne haltsa bilmediğimiz, görmeyişimizi bahane ederek arkamızdan usulca şıpırdıyordu eski, siyah, yamuk yumuk şapkasının altında mısır koçanından yapılma yüzüne vurdukça rüzgar. Korkutmaya çalışıyordu bizi hiç bilmediğimiz korkularıyla..

Embesil..
Bu zamana kadar hayata göğüs gerdiğimizi değil, baktıkça göğsümüzde iki meme ucu görebiliyordu en fazla.
Ve biz en güzel, en bet, en çığırtkan karga sesini çıkarabiliyorduk ona inat.

Korkutamıyordu bizi, çıldırıyordu. Rüzgar vurdukça yüzüne, üzerine oturtulduğu toprağa saplı kazık, onu ileri geri hareket ettirerek, belki de acıların en büyüğünü yaşamasına sebep oluyordu.
Biz kargalaştıkça, canı yanıyordu.

O kendini hep öyle sanıyor, gözünü orada açtığını düşünüyordu.
Bir insan eliyle oturtulmuş olabileceğini hiç düşünmedi o kazığa. Biliyor olsaydı, yediremezdi kendine, oracıkta imana gelip, salavat getirir ve vefatını dilerdi çoktan..

Bırak öyle kalsındı..

Biz ise, bembeyaz teninin güneş gören yerleri kömüre öykünen, kocaman ıslak gözleri yeşil, tatlı ve sempatik bir çocuğun bedeninde yaşayan üç ayrı kişiydik..
Bazen karıştırıyorduk birbirimizi, hangimiz kim oluyorduk, onu kim yapıyorduk, bilmiyorduk bile.. Zaten umursamıyorduk.

Özünde iyi çocuktu, çocukken iyiydi,

Büyüttük onu..

Erkek oldu, çirkin oldu, iyi olmaya, iyi kalmaya çalıştı. O öylesine çalışıyordu ki, bunu kimse görmüyordu bile.. Herkes onun için, ''zeki ama çalışmıyor'' demekle yetindi..

Ne yaparsa yapsın iyi olamadı. Kötülüklerin içinde kala kala, ona artık kötü bir adam olduğunu zannederken aslında iyi olduğunu biz bile itiraf edemedik. Geç kalmıştık. Aslına bakarsan üzgündük de..

Çünkü o kendini kötü sanıyor, kötüymüş gibi davranıyor ve en acısı o ki, kötü hissediyordu..

Ama kötü adam kötü hissetmesi değil, bildiğin kötü. Acı. Elem.

İyi adam, kendi eliyle, kendi canını yakıyordu bizim itiraf edemediğimiz gerçekler yüzünden.

Çok kadınlar sevmişti. Bazı kadınların çok güzel gülümsediğini düşünür, sevdiği kadınların oturduğu koltukların arkasından dökülen saçlarını gizli gizli toplayıp cüzdanında taşıması, bizi hayretlere düşürürdü.

Bize göre saçmalıklar yetiyordu onun bir kadını sevmesi için. Bir nedene, bir açıklamaya, bir dayanağa hiç ihtiyacı yoktu..

Bilmediği bişey vardı ki, biz onu sesli düşünürken duyabiliyorduk.

Geçen gece sigarasını yakmış, yarısı içilmiş rakı bardağı elinde, gökyüzüne bakarak, davudi sesiyle şunları söylüyordu;

-''Onu, yarın hiç olmayacakmış gibi sevdim. Diğerini geçmişime sünger çekip, geleceğimi düşünerek, planlı programlı sevdim. Öbürünü çocukluk aşkımmış, hiç unutmayacakmışım gibi sevdim, unuttum.

O ecnebi kızı hayatımın sonuna kadar beni bir kömür madenine kapatmalarına razı olacak kadar sevdim. Yapacaklarına karşı tek kelime etmeyeceğime dair söz vererek sevdim. Eğer ölürse, ardından ağlamayacağıma dair gözlerinin içine bakarken sözler vererek sevdim. Hala ölmedi, ama ben yine de ağladım.

Bunu ise öylece sevdim. Hayatımda sevdiğim bütün doğru, güzellikleri dünyalara bedel, bir bakışıyla bir yeniçeri ocağını batıracak kadınlara inat, kendime inat sevdim. Hayata dair bir beklentim olmadığı için, artık vazgeçtiğim için, vazgeçtiğim şeyden vazgeçirdiği ve sonra kendinin de ne bok yediğini bilmediği için sevdim. Sövdüm, küfrettim. Salak olduğu için.

Benim en sevdiğim ben onun kötü olmadığını herkese ispatlamaya çalışırken bana en büyük kötülüğü yaptı zamanında. Benim en sevdiğim kendini benim gözlerimin önünde öldürdü. Ama bunun öyle olmadığını, bu sefer kimseye ispat etmek zorunda kalmadan, kendi gözlerimle göreceğim.
Sabrın sonu her zaman selamet olmasa da, felaket olmak zorunda da değil.''


İşte böyle derken hayretler içinde dinliyorduk onu.. Yavaşça mırıldanmaya başladı sevdiği şarkıyı;

-''Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?''

Öyle böyle ama güzel söylüyor, birimiz içerden gazete kağıdı alıp masaya sermiş, diğerimiz kavunu dilimlerken ben de rakı dolduruyordum bardaklara.

Biz ondan çok yanlış yapıyoruz, onun nefesiyle var olduğumuzu unutuyoruz hep. O asla bizi görmedi ve bilmedi ve sonunda kendi kendine ekledi..

- ''Yıldızlar bu akşam çok güzeller. Bazı kadınlar da çok güzeller. Ama hayat bazen çok boktan ve yalnızlık da öyle. Ben de öyleyim. En iyisi ben bu akşam başka bir keyifsiz yalnızın yanına gideyim ve gerekirse beraber ağlayalım. O benim güneşim. Belki ben de ay olurum bu gece ona. Belki geğirince söylenmez bu sefer. Sonra espri falan yapar, dağıtırım buhranı.. Hazırlanayım, geç kalmayalım hiçbir şeye.''



Biz? Biz rakıya devam. Ama biz yiğitliğe bok sürdürüp söyleyemiyoruz ya, biriniz söyleyin lan,

Oğlum sen iyiydin, seni kötü eden bizdik!
Aslında biz de iyiydik, ama keşke üçümüz aynı sarışına aşık olmasaydık.

Allah belanı versin Marilyn..

Vuuusslatııınnn baaaaşşkaaaaaa aaaaleeeeeemm....

15 Eylül 2013 Pazar

Ve hüvel aliyyül azîm..


Jölemsi, plastik samimiyetlerden ve Hakan Peker'den nefret ettiğimizi söyleyeli dört sene olmuş.
Şimdi bakıyorum bişey değişmiş mi diye? Hayır.

İnna lillah ve inna ileyhi raciun

Kesif kokular sarıyor bazen burnumu. Lokanta artıklarının tıkıldığı çöp konteynerları, yanmış sanayii yağları, duş jelleri, otoban kenarında ezilmiş hayvan çürüğü, sen, rakı, küçükçekmece köprüsü üzeri boku, pahalı vücut kremleri, sabah kalkıp bişey yemeden bol sigara içilmiş ağız, aromalı sigara dumanı, işkembe çorbası, yeni doğmuş kedi..

Güzeli, çirkini ve daha niceleri..

Ara ara argoya kaçmak, magandalaşmak hiç de fena fikir değil. Tesbih çekmek, küfür etmek, kumaş pantolonun paçasını sıyırıp
yalınayak işyerinde araba yıkamak. Kimseye söyleyemesem veya bilmeseler bile, arada yapmak güzel oluyor.

Bilseler ayıplarlar.
Neden?
Hadi gel biraz yapalım mı?

Çünkü o siktiğimin titrini muhafaza etmeni isterler, makam, entellektüel duruş, bilgi birikimi falan bayılır bu amına koyduklarım.
O salon erkeği görüntüsünü bozuyorsun diye. Daha insanlar yıllardır sakallarıma alışamadı, barışamadı lan. Düşünsene..

Kimse kalkıp, benim bu sikik yüz kıllarını böyle sevdiğimi düşünmedi di mi?

Hiç yakışmıyor..

Sana da o üzerindeki takım elbise, o doldurma parfüm yakışmıyor sabahları bağcılar-bakırköy dolmuşu müdavimi olup o an kimseyle karşılaşmamak için bildiği bütün duaları ezbere okuyan ve bunları belli
etmemek için götünü satmaya hazır arkadaşım. Ben bunu sana söylüyor muyum?

Hele sana? Benim işimi gören, ihtiyacımı karşılayan telefonumun nesini beğenmiyorsun be ey erkek arkadaşıyla metrobüs
maceralarından utanıp facebook profilinde tanıdığının audisi önünde çektirdiğiniz fotoğrafları bangır bangır paylaşan,
christian louboutin veya manolo blahnik görünümlü topukluları deichmann'dan 39.90'a kredi kartına 9+3 taksit alan sevgili
emekçi plaza kızı?

Hele hele sana hiç bişey demiyorum trilyon parası olup da adını bile doğru yazamayan pezevenk.
Sana hiç.

Lan benim gibi sosyalist kafadaki adamı da materyalist ve kapitalist yaptınız ya, size de helal olsun.

Ama bazı şeyleri yüzünüze söylemeden akıllanmasınız siz ızdırabını götlerine soktuğumun ne oldumcuları.

Napıyonuz oğlum? Kafayı dolduruyonuz mu? Hee? Söylesene.

İki kelam edebiliyonuz mu?

Beni takdir etmeyi bırak, benim harikalığımdan bahsetmeyi bırak, benim ne kadar iyi, ne kadar anlayışlı, centilmen, cömert,
inanılmaz, dayanılmaz olduğumu söylemeyi ve daha yaratıcı cümleler kurmayı bırak artık amına koyim.

Samimiyetsizliğin paçalarından akıyor biliyorsun değil mi?

İşin düşünce işim düştü de. Göt yalayarak bi yerlere gelmekten vazgeçsene?
Ya da madem böyleyiz, siktir olup gitsene?

Ama gitmezsin. orada öyle beklersin.
Ha arkamızdan konuşmayı da asla ihmal etmezsin değil mi? Bize ayrı, dışarıya ayrısın.

Bizi beğenmezsin sen. Maalesef ve ne yazık ki başkalarına karşı bizim yüzümüze söylediklerinin aksini söylersin.

İki yüzlü, bana attığı taşları biriktirip yarın o taşlarla anasına ağlama duvarı yapacağımın çocuğu.

Devam devam. Aynen böyle devam.

Bak ben bunların hepsini görüyor ve yazıyorum buraya.
Detaylarını da teker teker aklıma yazıyorum merak etme.

Ben olan benden de bambaşka bir adam yarattın onu da bil.

Ben idim, bend oldum.

Ama çok şükür ki, senin yapamadıklarını yapmaktan keyif alırken, yapmaktan utandıklarından hala hiç gocunmuyorum.

Esnaf lokantalarında tabldot'a devam. Sokak köpeklerine sarılmaya devam. Sanayii'de teneke üstünde demlenmiş çaya devam. Dolmuş şöförüne ''gözümsün'' demeye devam. Tinerci çocuklarla karşılıklı dürüm yemeye devam.

Ben hala böyleyim.

Gülümsemeye bak, keyif almaya bak diyeceğim ama, kompleks kanseri olmuşsun amına koyim.

Rahat olamamışsın.

Neyse, hadi yarın çık gel de yarın o plastik samimiyetimizle bir çayımı iç. Ben senin yüzüne gülümserken içinden bana kendi egon ve kompleksin yüzünden ettiğin küfürleri okuyayım senin o ağzına çarpmaya meyillendiğim kahkahandan.


6 Eylül 2013 Cuma

OKU

200 miligram. Hergün, düzenli olarak 200 miligram. Kimyasal.
Sabah, akşam. Etti 400. Laboratuvar'da yapılıyor.
Atıyorsun, sözde seni düzeltiyor.
İyi oluyorsun, adı antidepresan ya, depresif tüm yönlerini
negatif hale getiriyor..Kuş gibi, tertemiz oluyorsun..
Sözde..
İşte bunun yüzünden,

Naber lan karakterini ve cibiliyetini siktiğimin yüzsüz yavşağı?
Ben evvelki gün bunu bıraktım yine,
Yıllar sonra yeniden kullanmaya başlamıştım, yine bıraktım.

Niye yaptım söyleyeyim mi?

Çünkü sen (ki sevdiklerim ve düşündüklerim kendilerini tenzih ettiğimi anlayacaklardır) ben zamanında yine bu
mereti kullanırken ne yaptın? Salgılattığı serotonin yüzünden istemsizce güler yüzümle karşılaştın, insaf gördün,
insanlık gördün. O zaman ne yaptın? Çirkin ve öfkeli suratından uzak, bağırıp çağırmayan, kavga gürültü çıkarmayan, siklememezlik etmeyen, pamuk gibi, bal ne ki, şeker ne ki, nur yüzlü bir adam buldun karşında. Peki o zaman ne yaptın?
Baktın ses etmiyor, gülüp geçiyor, eyvallah diyor, kırmıyor, ince ince çöreklenmeye başladın değil mi? Rakı masasında, poker masasında sözler aldın, verdiğim sözleri de tutarım ya, hiç bir istediğinde aklın kalmadı. Salağa yatmama rağmen, göz göre göre orospu çocukluklarından vazgeçmedin değil mi?
Hesap sormadım hiç değil mi? Hoşunuza gitti. Kendini yürek yemiş gibi, ikili ilişkilerde de ses etmedikçe üstelemeyi, ısrar etmeyi, bana benim size davrandığım gibi davranmayı öğrendin ve bunu bir alışkanlık haline getirdin değil mi? Sonra ne oldu, bir gün ben yine eski ben oldum, herşey eskiye döndü, sen yine adam oldun. Efendi oldun.
Ne kadar gıcık ve kötüydü değil mi? Hiç olmasını istemezdin..

İşte yine çok uzun zaman sonra, ben bunların herbirinin tek tek yine yaşanacağını göze alarak başladım bunlara. Psikiyatr bi karı vardı, yazdı, ''lan sanırım biraz ihtiyacım var'' dedim, başladım. Aha, gel gelelim sence ne oldu? Oldum mu yine sana pamuk şekeri? Bayıldın !
Tam istediğin gibi olmaya başladım yine. Oğlum ben her ne kadar müdahil olamasam da kafam çalışmıyor mu benim amına koyim? Bunu da anlamıyor musun?
Görmüyor, hatırlamıyorum mu zannediyorsun kuş kadar beyninle? Ama ben senin ne istediğini, ne yapmaya çalıştığını biliyorum.

Askerde dağ, tepe, kan, leş, ceset dolaştım. Oradayken karar vermiştim. Artık sivilde iyi bir adam olacağıma dair. İyi olmam gerektiğine, hayatın aslında fazla düşünmeden, plan program yapmadan, ali cengizlere başvurmadan yaşanması gerektiğine. Geldim, kararımı uygulamak istedim. İyi olacaktım. Olmam gerekiyordu.
Az biraz bocaladım bir süre, eşten dosttan kaçtım, kimseyi görmek istemedim. Tabi düşünce şeklim değiştiği için hesap etmediğim birkaç şey oldu, üstesinden geldim sayıldı. Ama baktım sinir stresle bu iş olmuyor, yazdı işte karı, yine attım bunlardan.
Kimyasal. Laboratuvar'da yapılıyor.

Ulan onursuz, haysiyetsiz, köyündeki tüm akrabaları ölesice pezevenk, sen yine gördün bu durumu değil mi? Yine tam istediğin kıvama gelmiştim ben?
Sinsi piç. Ben hepsini görmüyor muydum? Daha önce de yapmamışmıydın, görmediğimi mi sanmıştın? Kısa şortlu görünce tavrını sikemeyeceğimi, istesem elimi karnına sokup iç organlarını aşağı dökemeyeceğimi mi sandın? Senin beni görmeye alıştığın yerlerde görmeyince, ben platin saçlı, kırmızı dudaklı karılarla nerede akşam orada sabahı bırakınca, dirildin mi lan? Şevk mi geldi damarlarına? Ezildik, yıkıldık, bittik mi sandın?

Biz hayatı kendimizce normalleştirmiştik oğlum, insanca yaşamaya, farklı tatlar yaşamaya, sevmeye-sevilmeye falan çalışmıştık.. Onu da beceremiyoruz gerçi bu kafayla..

Bak dün gece hayatın başı ağrıyordu, benim de canım sıkılınca gece saat iki gibi indim aşağı, benim köpeğin fazladan bir yirmi kiloluk maması vardı, aldım elime kovaları, sokak köpeklerine yedirdim. Çok var bizim burada. Bir ıslık çal yirmi tane toplanır başına otuz saniyede. Altımda şort, ayağımda terlik yine.
Görsen çok gülerdin kesin. Gülersin çünkü sen taallukatını siktiğimin, böyle şeylerden anlamazsın. Size ayıp, size varoş böyle şeyler.

O köpeklerin insanlaşmasını göremezsin başını okşadıkça. Ama senin başını iki okşayınca biz senin köpekleşmeni çok iyi görebiliyoruz merak etme.

Hayvan sevmez, kendini seven, hayvan olduğu için kendini sevmediğini de bilemeyen sen bre göt yalayıcı !

Ruhunu, hayalini siktiğim. Köpek dedim sana, üzüldüm. Sen bir sokak köpeğinin kuyruğu ol, ben seni alnından öpeyim.

Sen zannediyordun ki, biz yine gülüp geçeceğiz, sen de bu yavşaklığına devam edeceksin, tertemiz geçinip gideceğiz değil mi?
Değil! Bu sefer gülüp geçmeyeceğim. Ama sana acı çektireceğim. Sana ne yapacağım biliyor musun?

Bu zamana kadar yaptıklarının hesabını teker teker soracağım senden. İnleyerek yalvarmanı duymayacağım bile.
Pazartesiden itibaren şortu çıkarıp lacileri çekiyorum tekrar,
Haberin olsun.

Artık bu saatten sonra sen düşünecek, umursamaz tavrımın hastası olamayacaksın. Azıcık işimiz var seninle.
Götünden fitil fitil getirince, efil efil olacaksın..

Saygılar falan diye biter böyle yazılar ama,

Sana Acılar olacak malesef.

25 Mart 2009 Çarşamba

Failatün Failatün What the Fuck?

Ama başlığı aruz veznine uydurdum bak.
Aradım zira Divan-ı Lügat-it Türk'de bile anlamını bulamadığım
kelimeler oldu.Ben de böyle eski Türkçe bikaç kelime kullanayım
dedim ki,okuyanlar ooooooo hoca bu adam tam bir bilgi küpü,
kadınlar,ay ne karizmatik,ne entellektüel,veresim geldi desinler.
Ama bunca yıllık tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki,bu işler yaş.
Yani değil eski Türkçe,Orhun yazıtlarını okusanız da bi bok değişmez.
Sonra söylemedi demeyin.
Bunu da bir önbilgi olarak paylaşayım istedim.Emeğe saygı.Repimi isterim.
Hepimiz,her ne kadar insanların gözünde çok iyi insan,harika birey,
muhteşem kişilik gibi dursak veya durmasak da,belli başlı
takıntılarımız vardır.Ve bu takıntılar çoğu zaman istemsizce yaptığımız gibi,kimi zaman bizler çılgına çevirebilir.
Takıntı,idefiks.Hayat karartgacı.
Mesela ben, yükseleni balık olan bir balık burcu olmayı takmam çok fazla,Ama o kadar çok takıntım var ki..
Çoğu insan da bunları bilir, ve bu takıntılarımla üstüme gelirler.
Televizyon izlerken,müzik dinlerken,dijital bir ortamda..
Evet,tek sayı takıntısı..Nefret ediyorum.
Ses hiçbi zaman otuzüç veya otuzbeş'de olamaz.olmamalı.Otuzdört olsun.Çifter çifter gitsin.Saat 15:53 olmasın.O saat 15:54 olana kadar saat'e bakarım çünkü.Bu yüzden çok otobüs kaçırmışlığım,ışıklarda kalmışlığım vardır.
Tek sayıları sevmiyorum,sevemiyorum bir türlü.Onlar da beni sevmesinler.Bu sadece 7 ve 13 rakamı için geçerli değil,çünkü onlar benim uğurlu sayılarım.Yani çok sevmesem de,saygı duyarım en azından.Ses çıkarmam pek.
Solak bir insan olmama rağmen,sağ elimle ışık,kapı açar,bir yere tutunurum genelde. Aynı şeyi aynı şekilde sol elimle yapma zorunluluğu hissederim.Bu yüzden bir ışığı iki kere kapatırım,bir kanal açmışsam onu ikinci defa açmadan izleyemem.Ve işin kötüsü,sağ elimi yakmışsam eğer,aynısını veya buna yakın bir acıyı sol elim de çeksin ister,onu da yakarım.
Sigaramı yakarken çakmak iki kere boş yanıp üçüncü'de yanmışsa,ne yapar ne eder bir kere daha iki kere boş bir kere dolu yakarım onu ben.Bunlar ufak tefek şeyler.
Kimileri de vardır ki,bir ritüel halinde,ibadetmişçesini olur.
Mesela bazı günler yazı yazarken, en ufak bir hatada,hatayı düzeltmek yerine,paragraf başına kadar siler ve baştan yazarım.Genelde uzun cümleler kullandığım için de, hiçbir zaman yanı şeyi yazamam.Ama üzülmem de buna!
Doğru olanı yapmışımdır çünkü.
Her arabaya binişimde,koltuğum mükemmel ayarlı bile olsa,onu bir kere en arkaya çeker, sonra tekrar ayarlarım.İlla ki yolda bir defa daha ayarlamam gerekir.Ama önemsizdir.Takmam pek.
Bir de çok alçak adım attığımdan mıdır nedir, mermerde bile yürürken bişekilde sendeler ,takılırım bir yere, işin fenası da aynı yolu aynı kapıdan tekrar girer,aynı adımları atar,ve diğer ayağımla takılırım.Bu kötü işte.Buna ben de üzülüyorum.
Bir de insanlarla konuşurken bazı takıntılarım vardır.Bu bazen beni
komik duruma düşürebiliyor. O gün içinde hiç aynı cümleyi kullanmamışsam, örneğin ''patetik'' diyelim.Hep şöyle bir cümle kurarım.
Ya bu ne patetik bir insan.(içimden sessizce)patetik.
Ya da bunun aynısını siz yapmış olun,onu duymamış gibi yapar,bir daha söylemenizi isterim bunu.Eğer ikilerseniz o zaman bir daha.Çünkü yine tek sayı oldu ve ben gıcık oldum.
Gel gelelim bir de kişilere olan takıntılarım vardır ki,bunu ne ben,ne
tıp,ne başka bişey açıklayabilir.
Eğer ben birisine hakikaten takmışsam(illa aşk,meşk sevgili durumu değil) iyi yada kötü bi şekilde, vay onun haline.
Ya hayatını iyi etmek,iyileştirmek zorundayımdır,ya da zehir zindan etmeden,kötü bir iz bırakmadan bırakmam.
Üstelik bunda tek sayıları da pek önemsemem!
Obsesif kompulsif bir what the fuck durumu işte.
Önüne geçemediğim..

17 Mart 2009 Salı

İki kutu Efes Pilsen,
Seni çok özledim bir bilsen,
Arzu ile kucaklarım,
Eğer Judy Jetgil isen,

İşte böyle gudik bir doğaçlama ile başlamak istedim sözlerime.Başarısız bir Hurşit Yenigün güzellemesinden feragat etmemiş olan bir nesil olarak kah ''ah o gemide ben de olsaydım'' kah ''çillibom'' gibi çalışmaları dinlemişliğimiz, level atlayanımız olmuşsa,bu şarkılardan mırıldanmışlığı bile vardır!
(birden aklına geldi ikisinin de melodisi itiraf et!)
Neyse,nasılsa bu bizim başarısızlığımızın bir emaresi değil.
Ama nedense bir sokak arası ağdacısı hüznündeyim günlerdir.O neşeli,şen şakrak gülüşleri,dedikoduları ardına ani susuşları içindeyim. Can yakan bir iş yapmalarına rağmen, tıpkı iğneciler gibi ellerinin hafif olduğunu ispatlama çabalarının odak noktasıyım sanki.Donuk gözlerle yönelttiği ''paketi de alalım mı abla?'' sorusunun cevabı gibiyim.Bekleyiş içinde anlık bir can yanışıyım.Ağdacılar hakkında bu kadar bilgiye sahip olmanın merakıyım.
Bir süper kahramanın sosyal ve heyacanlı bir günden sonra eve geldiğindeki yalnızlığıyım.Loserlığıyım onların ben.Evet.
Tadına bakılmayı bekleyen bir parça uranyum gibiyim.Uranyum yenmez dediğini duyar gibiyim.Ona bakarsan bana göre de sushi yenmemeli.
Dün ben mesela bişeyi çok merak ettim.Bir arkadaşıma uyurken balina gibi olduğundan,bir türlü uyanmadığından dem vurdum.Sonra balinaların uyuyup uyumadığını merak ettim,araştırdım,uyuyorlarmış.
Ama nasıl uyandıkları konusunda bir veriye rastlamadım şu ana dek.Çünkü daha evvel cep telefonunun saatini kuran ya da çalar saati olan bir balina tanımıyor olduğum için,bi kere balinalardan özür diliyorum.
Belki koala gibi uyuyorsun diyebilirim.Çünkü onlar mıymıntı hayvanlar.Kesin zor uyanıyorlardır.
Ben mesela anında uyanırım.O zaman ben de minik,tüyleri kabarmış,sempatik ve üşüyen bir serçe gibiyim.Çünkü onlar da ota boka uyanır,uyanmakla kalmayıp bir de kaçarlar.Serçeler şehirlerin küçük pezevenkleridirler.
Domatesin de kilosu üç lira olmuş.Bugün domates aldım,ekmek aldım.Bayadır yapmadığım bir aktiviteydi,çocuksu duygularımı hareketlendirdi para üstüne yaptığım minik dokunuşlar.Eskiden yaptığım gibi eve koşarak gitmeyi hayal ettim.
Daha hayal bitmeden,saçmaladığımı farketmem uzun sürmedi.
Sürrealist bir Nihat Doğan aforizmasıyım istemsizce söylenmiş.
Şu anda aklıma gelen kemiksiz kuzu pirzolanın üzerinde eksik olan kekiğim.
Dikkat ettim de deminden beri hep yeme-içmeden bahsetmişim,demek hayvanın tekiyim.
E insan da hayvandan gelmedir nihayetinde diyerek Darwin'e selam
çakıyor,yoo dostum yooo insan hurmadan gelmedir diyen pek sevgili din bilgini Yaşar Nuri Öztürk'e bişey demiyorum.Diyemiyorum çünkü.Az önce aynaya baktım,tamam kafa biraz andırıyor hurmayı ama,bilmiyorum.Aklım çok karışık.
Bu arada yakında beni dolandırıcılıkla suçlamalarından,evim üçüncü katta olduğu,
ve attıkları taşları yetiştirebilecek deliyürekler, yiğidolar olduğu
için,taşlanmaktan korkmaktayım dostlar!
Safiye'nin kafasını karıştıran Faik gibiyim,sürekli kapımı çalıyorlar,
hediyelere boğuyorlar beni.Kutu kutu çikolatalar geldi, aldım.Ücretsiz kahvaltı davetiyeleri geldi,sormadım bile bu nedir diye,aldım.Bizzat belediye başkan adayları geldi,''tamamdır,oyum sana'' diye yalan söyledim.
Islak ve yarı çıplak birşekilde,bebeksi tenimle kapıyı açmaya çekinmedim.Takım elbiseli adamların karşısında ''abi yarım saat sonra seçim bürondayım'' dedim,yine yalan söyledim.
Foyamın ortaya çıkmasından korkuyorum.Velittin abi,özür dilerim.
Amacım bağcıyı dövmek değil,üzüm yemek.Ama şu saçma sapan broşürler,''bilmemne başkan adayı,beylikdüzüyle kucaklaşıyor'' temalı flyerların bana bir yararı yok.Bunu da böyle bilin.
Bir kalem,bir ajanda getirmediniz.Çikolata falan tamam da,ne bilim en azından bir masa örtüsü,çatal bıçak takımı falan getirin ulan.Kusura bakma dostum ama bizim orada göte göt derler!
Sesi güzel,kendi güzel,yer yer kadın sesi çıkaran ama aptallığına doymayıp ölüme kucak açan,voltasını alan Jeff Buckley kardeşimin şarkılarındaki gibi buruğum.Boş bir paint sayfası açıp fotoğraftan bakarak çizerkenki günlerimi özler gibiyim.
O incecik kol neydi öyle.O nasıl bir 'kıraş' idi?
Gariban bir kurt hayvanını zorla evcilleştirmek eğilimindeyim.
O orospu çocuğu balinaya da söylesinler,nasıl uyanıyormuş bizi bilgilendirsin artık.Buradan ona seslenmek istiyorum.Bak balina kardeş.Ağır mı uyursun hafif mi bize bildir!Biz kripteksi açalı çok oldu ama bak neredeyse sabah oldu,bu bilgiye ulaşamadık.Şerefsizlik yapma!
Sinirlendim şimdi.Özürümü de geri alıyorum!
Vay benim babam vayyy.Uç uç böcekleriyle,güzellemelerle başladığım yazımı bak nasıl bitirmek zorunda kaldım.
Ve hayat,bundan sen sorumlusun kardeş hiç kusura bakma!

13 Mart 2009 Cuma

Father is Tired

I saw in my dream,she was smiling,
Looked into my eyes,and pinched my arm,
See,this is not a dream,
I`m really here,she said,
She was looking at the sunset,with lowered eyes,
She was just sitting,like she`s mad at something...
Stop I said,what are you doing?What is this anger?
This is not anger she said,this is just an expression change time did on my face..
Gosh! I said..
Yeah Gosh! she said,
But I don`t believe it,because you never maze for something.
You always kept your feelings inside your coldblooded body,
Your amazements,your yearnings,your fears,
Your face was always serious,
Even you were scaring when you were smiling..
I was always thinking..
If he ever amaze or yearn from inside against this mortalworld with a disgusting seriousness?
Are you still here? I said..
She said I didn`t go..
Are you still here? I said..
She said I was always here..
So why I never saw that you were? I said..
Now! she said,your mind loop started,
You are smart more than needed,but you are not optimistic enough!
If you could turn that seriousness in your smile,to a littleinnocent,
At least if you tried,
You`d know how many sunsets I watched with lowered eyes..
Well then,I said,
What if I know how many sunsets?
Now I`ll be amazed! she said..
Alright! be amazed then! I said..
Maybe I'm coldblooded,but my mind is still warm..
I can feel what you feel too..
So,I said,you watched sunsets,
Do you know how many soon`s I`ve counted?
I know..she said..
I said,so let me know it too..
But! she said with a little smile..
See, I said,Patience..There`s always a good side of all leavings..
But! she said with her frozen eyes..
Stop I said,let me answer..
Wait,Wait so I`ll find myself and come back..
But howcome! she said..
Stop, I said.Remember I told you that I want more `fortunatelies` instead of `if onlies`..?
I gave up..Now I want to make more `if onlies`But I want to remember only one `fortuneately!`You are a maniac!! she said..
She hushed but I heard..
Her voice vibrated..
Come..! she said..
Wait..! I said..
Father is tired...

11 Mart 2009 Çarşamba

Yüzümdeki kara leke

Şurada iki kelime bişey yazmaya kalksam, bir uçtan başlasam, sonunu bir şekilde bağlayamamaktan korkarım hep. Konuşurken de bu böyle. Ama o biraz daha zayıf.
Çocukken Milli Vanilli'yi iki kişi zannederdim ki öyleydi zaten.
Çamaşır makinasına renklilerle beyazların birlikte konulmayacağını da bilirdim.
Büyüdüm,yine biliyorum.
Renk skalasındaki en koyu ve en çirkin siyahı seçip giyerdim hep sinirli olduğum günler.Bu genelde haftanın 5-6 gününe tekabül ederdi.Sonra sonra renkli şeyler alıp giymeye başladım.Zira hala siyahlar aynı siyah,hala çıkaramadım bi türlü.
Mesela bilir misiniz ki ben 16 yaşına kadar kot pantolon giymedim?Hep kumaş pantolon giyerdim,olmadı fitilli kadife.Ama yine siyahtılar.
Öyle yerlerde büyüdüm çünkü.
Mertlikten,delikanlılıktan ödün verilmeyen mahallenin çocuklarından biriydim.
Çok para biriktirip bir mobilet almıştım hatta kendime.Ensem de uzundu,paçayı da kıvırırdım ayağım takılmasın diye,üzerimde bi atletle,üstüne yatardım.
eeeeeeeeeeeeeeeeee diye ses çıkaran bişeyle etrafı turlamak,arkadaşlarla başka mahallelere gidip kavga etmek,hoşuma giderdi çünkü.
Gariban bacım da 20 yaşına kadar rahat yüzü göremedi.Kızcağız Ankara'da otururken bile,en ufak bişeyde atlar gider,zehir zindan ederdim hayatı,dönergelir,evime otururdum.
Bunun annenin,babanın masters degreesiyle,başarılarıyla,özgürlüğümüze düşkünlüğüyle falan filan hiç alakası yoktu.
Sadece seviyordum.11 yaşında sigaraya başlamayı,kolej piçi diye benimle eğlenmelerini değil belki ama,o mahallenin kenarındaki çingeneleri,atari salonlarının kapılarındaki kavgaları,benden çokça yaş büyük çocukları köşeye sıkıştırıp korkutmayı seviyordum.
Nedenini de bilmiyor,sorgulamıyordum.
Daha sonra ergenliğe adım atınca,kızlar falan çekmeye başlayına dikkatimi,onların ve çevremin,benim o arkadaşlarımın maganda,kıro olduklarını,parmaklaişaret ettiklerini görmeye başladım.
Halbuki ben senin sıra arkadaşın,belki en sevdiğindim ama bilmiyordun ki ben onları senden çok seviyordum.
Ben onların bayrak tutanıydım hatta,önde gideniydim.
Bunu neden görmüyordun peki?
Çünkü sen yavşak bir titrin,statü sembolü okulunun,ailenin bir parçasıydın değil mi?
Elit kesimi temsil ediyordun ve 21 vites bisikletine bakıp mahallede çocuklarınsenden bir tur istemesi hoşuna gidiyordu.Onlar beşyüz binlik kames topu patlamasın diye çocuğunu korur gibi kollarken,sen şunu oynatırım,bunu oynatmam'ın peşindeydin.
Ama ben senin de iyi-kötü yönlerini tanıdım,bildim.Onların da.
Okudun ettin,doktor oldun,mühendis oldun,babanın şirketinin başına geçtin,belki kariyer planlaması yapıyosun,onlar da belki tinerci oldular,jiletçi oldular,kimisi öldü gitti,kimisinin çocukları var geçim sıkıntısı çekiyorlar.
Ama hep onlardan korktun.
Şimdi de yolda görsen geçersin karşı kaldırıma,koluna girdiğin kız arkadaşına çaktırmamaya çalışarak,höt dese bitanesi,topukların götünevura vura kaçarsın.
Çünkü dillerini bilmiyorsun.Belki işvereninin önünde tam bir beyefendi profili çiziyor olabilirsin,ama onların dillerinde bu nedir,bi fikrin yok.
Müslüm Gürses,Teoman'la düet yapınca çok severim diyorsun,dinledin mi hiç esrarlı gözler' i?Radiohead falan dinlerken sözlerini iyi anlayayım diye açıp liriklerini okumayı biliyorsun da,aynı mahalle'de oturduğumuz Selahattin Özdemir'i tanırmıydın?
Seni sevsem de arkadaşım,her ne zaman hayatıma girmiş olursan ol,seni ne kadar seviyor olursam olayım,kendin olduğunu zannederken yavşağın,şahsiyetsizin teki olmanı sevmiyorum bi türlü.Özentiliğini sevmiyorum.Nereden geldiğini unutmanı sevmiyorum.At gözlüklerini de öyle.
İnan seninle içtiğim Jack'ten çok daha kaliteli geliyor onlarla içtiğim şişe Efes.
Ve şimdi sen bilmiyorsun ki,soru sorduğun,danıştığın,fikir aldığın,önemsediğin,saygı duyduğun,hep olmak istediğin,ego manyağı,kibir kralı beni,insanlara kardeşim,çok sevdiğim diye tanıtırken,aslında onları tanıştırıyorsun.Onları seviyorsun da,farkında olamayacak kadar gerizekalı bir düşüncenin örneğisin.Değişmeyeceksin de.
Oyüzden beraber yürürken,benkaldırımı değiştirmediğimde,oturupbir tinerciyle konuştuğumda, karnını doyurduğumda,bana şaşırma.
Bu insaniyetimden ya da korkusuzluğumdan değil,onlardan biri olduğum için böyle.